Kahkaha
1 sayfadaki 1 sayfası
Kahkaha
Gözlerime çarpan ışıkla kendime geldim. Ders hala bitmemişti. Henüz uyanmak istemiyordum. Bu düşünceleri kafamdan atmamı sağlayan ise dersin bitişini haber veren özgürlük ziliydi. Bu senenin son dersiydi. Yani sonunda bu kasvetli binadan kurtuluyordum. Hızla ayağa kalktım ve sınıftan var gücümle uzaklaştım. Yatakhaneden patenlerimi alıp hemen giydim. Koridordan son hızla geçip gittim. Ve nihayet bu binadan kurtulmuştum. Upuzun 3 ay boyunca özgürdüm. Doğruca evime gittim. Annem salonda değildi. Mutfakta boştu. Bahçeyle uğraşıyor olabileceğini düşünerek arka kapıya yöneldim. Ancak bu hareketimden büyük bir pişmanlık duyuyordum.
“Hayır!”diye bağırarak kapıya doğru koştum. Kapı aralık ve altın renkli kapı kolu kanla kaplanmış. Annem… annem kapının aralığında yerde yatıyor. Hemen eğilip yüzünü avucuma aldım.
“Hey! Bu ne biçim bir şaka?” dedim ve gözyaşlarımın dinmesini dilemek için bir süre durdum.
“Hey! Hadi ama anne. Bu nasıl bir şaka? Aç gözlerini artık… Lütfen!” sonlara doğru gözyaşlarım sesimi iyice boğuklaştırmıştı. Bir süre öylece ağladıktan sonra salondan gelen tiz bir çığlık beni kendime getirdi.
“Anne!” diye bağırıyordu. Küçük kardeşimin sesi bütün odada yankılanmaya başlamıştı. Ardından yüzü bana döndü. Artık gözyaşları bitmiş ifadesiz bir suratla annemin yüzünü elleri arasında tutan bana.
“Ne yaptın sen!?” diye bağırdı. Ardından gözyaşlarına boğularak kendini yere attı. Büyük ihtimalle ayakları artık onu taşıyamıyordu. Tıpkı benim gibi…
Bu evde daha fazla kalamazdım. Bu yüzden hızla ön kapıya doğru ilerledim. Fakat duyduğum bir kurşun sesi beni olduğum yere sabitledi. Arkamı dönmeye korkuyordum. Çünkü neyle karşılaşacağımı çok iyi biliyordum. Bu yüzden gözlerimi sımsıkı kapattım ve kapıdan dışarı çıktım. Arkamı dönseydim orada kanlar içinde yatan kardeşimin bedeninin anneminkinin yanında göreceğimi biliyordum. Ayrıca onları orada ebediyen uyumaya mahkûm eden yüzün elinde silahla korkunç bir kahkaha atışını da görecektim. Bir intikamcı olmak istemiyordum. Eğer onu görseydim… görseydim kesinlikle kendimi onu öldürmeye adayacağımı biliyordum.
Koşarken korkunç kahkahası kulaklarımda çınlıyordu. Nereye gitmem gerektiğine emin değildim. Ancak o evden mümkün olduğunca uzaklaşmak istiyordum…
Yaz tatili sona ermişti. Ancak ben hala evime dönmeye korkuyordum. Bütün yazı eski evimizde yalnız başıma geçirmiştim. Hiç dışarı çıkmamıştım. Ancak bu ev okuldan çok uzaktı. Bu yüzden artık geri dönmeliydim. Hem ömrümün sonuna kadar yas tutamazdım değil mi? Bende bütün yaz yüzlerine bile bakmadığım okul kıyafetlerimi eski dolabın içinden çıkartıp biraz silkeledikten sonra ağır ağır giydim. Aşağı inip patenlerimi giydim ve kapıyı açtım. Kapıyı açmamla kapamam bir olmuştu.
“Evden kesinlikle çıkamam.” Dedim kendi kendime. Ne kadar unutmaya çalışmış olsam da 3 ay önce evimdeki o sahne bir anda gözlerimin önüne serilmişti tekrar. Yere oturup dizlerimi kendime çektim ve kollarımla sımsıkı sardım. Eski kapıya yaslanmış elimden geldiğince sessiz bir şekilde ağlıyordum.
Evin bahçesindeki bakımsızlıktan aşırı uzamış çimenlerin üzerine kanlarla yazılmış sadece iki kelime. O iki kelime neden bu kadar önemliydi sanki? Oysa o kadar büyük bir anlamı da yoktu.
“NE BİLİYORSUN?” bunun ne anlama geldiğini kemde bilmiyordum. Ancak çimenle büyük harflerle yazılmış bu iki kelime tüylerimi diken diken ediyordu. Bir süre öylece ağladım. Ne kadar uzun sürdüğünü bilmiyordum. Beklide saatlerce sessizce ağlamıştım. Ama en azından biraz sakinleşebilmiştim. Gözlerimi kurulayıp yavaşça ayağa kalktım. Neden bilmiyorum ama kafamı kaldırıp salona bakmaya korkuyordum. O görüntüyle tekrar karşılaşacağımı düşündüğüm için mi acaba böyle hissediyordum. Ancak başka ne yapabilirdim ki? Dışarı çıkmak kesinlikle bir seçenek değildi. Öyleyse bile ancak son çare olabilirdi. Bu yüzden çaresizce başımı kaldırdım ve salondaki o korkunç görüntüyle karşı karşıya geldim. İçgüdülerimi dinleseydim… eğer dinleseydim. İçimde bu kanın annemle küçük kardeşimin kanı olduğuna dair en ufak bir kuşku yoktu.
“KAÇAMAZSIN!” salonun halısına kanlarla yazılmış bir başka tüyler ürpertici kelime. Doğruca merdivenlere doğru koştum. Duvarlarda hep aynı sözcük yazılıydı. KAÇAMAZSIN, KAÇAMAZSIN, KAÇAMAZSIN…
“Yeter artık!” diye bağırmak istiyordum odamda içeriye girdiğimde. Ancak yatağımın üzerinde yatan annemin cansız bedeni bütün gücümün tükendiğini hissetmeme sebep olmuştu. Ayaklarımda beni taşıyacak güç kalmamıştı. Bağırmak şöyle dursun nefes alacak gücüm bile tükenmişti. Tıpkı o gün ki gibiydi. Yatağımın üzerinde kanlar içinde yatıyordu. O zamanki kadar tazeydi bu görüntü. Aşağı inip hemen evi terk ettim. Burada da artık kalamazdım. Ne içerisi nede dışarısı güvenli değildi. Ancak en azından burada kaçabilirdim. Evin içinde kendimi kapana sıkışmış gibi hissediyordum.
Ne kadar koştuğumu bilmiyordum. Ayaklarımın ağrısını hissedemez olmuştum. Ancak en azından 4 saattir koşuyor olmalıydım. Çünkü okul yolunun üzerindeydim. Büyük ihtimalle şimdi gidersem son derse yetişebilirdim. Normalde olsa asla gitmezdim. Çünkü hem okulu ekmekten zevk alırım hem de geç gittiğimde öğretmenlerin ne kadar kızdığını bilirim. Ancak şu anda kalabalık bir ortamda bulunmanın en iyi seçim olduğuna karar verdim. Bu yüzden kalan son gücümle okula kadar geldim. Son dersin olacağı sınıfa girdiğimde herkesin kafası bana döndü.
“Bak sen uyanamadın mı minik prenses?” diye alay etti öğretmen. Bu alayın arkasından gelen kahkaha… O kahkahayı asla unutamazdım. Evimdeki adamdı. Annemi öldüren adamdı. Küçük kardeşimi öldüren ve eski büyük evimize o yazıları yazan adam. O anda hiçbir şeyin önemi yoktu. Her şeyi unutmuştum. Sınıftaki öğrenciler, bulunduğum yer, yaşadığım korku, yorgunluğum her şey, her şeyi unutmuştum. Çünkü hiçbirinin önemi yoktu. Şu anda önemli olan tek bir şey vardı. Oda intikam!
“Canavar!” diye bağırarak öğretmene doğru koşup üzerine atladım. Elimden geldiğince güçlü vuruyordum. Ancak yerde yatan adamda en ufak bir acı veya korku belirtisi yoktu. Sadece gülüyordu. O pis kahkahasıyla gülüyordu.
“Kes şunu! Kes şunu! Kes şunu!” diye bağırıp duruyordum. Kahkahası beynimde yankılanıyordu. Hiç durmadan, hiç durmadan devam ediyordu. Öğrenciler beni adamın üzerinden kaldırmaya çalışıyorlardı. Ancak hiçbiri umurumda değildi. Gerekirse hepsini öldürebilirdim. Sadece, sadece bu adamdan kurtulmak için… Fakat bütün bu düşünceler bir anda silinip gitti. Bir bıçak kalbimi delip geçmişti. Bıçağı tutan el adama aitti. Muhtemelen cebinde saklıyordu. Kahkahası durmuştu ancak yüzünde hala pis bir gülümseme duruyordu. Ölemezdim! Ölemeyecektim! En azından yalnız başıma ölemeyecektim.
“Benimle birlikte geleceksin! Ailemin intikamını anlamadan ölemem!” dedim. Bunları söylerken bir yandan da kalbime saplanmış duran bıçağı çıkartmaya uğraşıyordum. Son bir haykırışla birlikte bıçağı havaya kaldırdım ve adamın boğazına bastırdım. Oradan çıkartıp bu kez kalbini hedefleyerek tekrar bıçağı kaldırdım. Ancak bıçağı aşağı indirebilecek kadar dayanamamıştım. Ellerimin arasındaki bıçak kayıp adamın göğsüne düştü. Sınıf arkadaşlarımın çığlıkları eşliğinde tıpkı o bıçak gibi bende yere düşüyordum. Ancak düştüğüm yer beyaz mermer olmuştu. Duyduğum kahkahayla kafamı son bir güç bularak kaldırdım. Adam karşımdaydı. Ayakta duruyordu ve boğazını kesmiş olduğum halde hiçbir yara izi yoktu. Bu mümkün olamazdı. Ancak ateş gibi parlayan kırmızı gözleri aksini söylüyordu.
“Ne… nesin… se…” son gücümle kurmaya çabaladığım cümleyi bitirememiştim. Başım bir kez daha soğuk mermerle buluştu. Gözlerim yavaş yavaş görmez oldu. Kulaklarım yavaş yavaş duymaz, ellerim yavaş yavaş üzerinde yattığım kanın ısısını ve altındaki mermerin buz gibi soğuğunu hissetmez oldu. Fakat her şeye rağmen o kahkaha hala kulaklarımda çınlıyordu…
“Hayır!”diye bağırarak kapıya doğru koştum. Kapı aralık ve altın renkli kapı kolu kanla kaplanmış. Annem… annem kapının aralığında yerde yatıyor. Hemen eğilip yüzünü avucuma aldım.
“Hey! Bu ne biçim bir şaka?” dedim ve gözyaşlarımın dinmesini dilemek için bir süre durdum.
“Hey! Hadi ama anne. Bu nasıl bir şaka? Aç gözlerini artık… Lütfen!” sonlara doğru gözyaşlarım sesimi iyice boğuklaştırmıştı. Bir süre öylece ağladıktan sonra salondan gelen tiz bir çığlık beni kendime getirdi.
“Anne!” diye bağırıyordu. Küçük kardeşimin sesi bütün odada yankılanmaya başlamıştı. Ardından yüzü bana döndü. Artık gözyaşları bitmiş ifadesiz bir suratla annemin yüzünü elleri arasında tutan bana.
“Ne yaptın sen!?” diye bağırdı. Ardından gözyaşlarına boğularak kendini yere attı. Büyük ihtimalle ayakları artık onu taşıyamıyordu. Tıpkı benim gibi…
Bu evde daha fazla kalamazdım. Bu yüzden hızla ön kapıya doğru ilerledim. Fakat duyduğum bir kurşun sesi beni olduğum yere sabitledi. Arkamı dönmeye korkuyordum. Çünkü neyle karşılaşacağımı çok iyi biliyordum. Bu yüzden gözlerimi sımsıkı kapattım ve kapıdan dışarı çıktım. Arkamı dönseydim orada kanlar içinde yatan kardeşimin bedeninin anneminkinin yanında göreceğimi biliyordum. Ayrıca onları orada ebediyen uyumaya mahkûm eden yüzün elinde silahla korkunç bir kahkaha atışını da görecektim. Bir intikamcı olmak istemiyordum. Eğer onu görseydim… görseydim kesinlikle kendimi onu öldürmeye adayacağımı biliyordum.
Koşarken korkunç kahkahası kulaklarımda çınlıyordu. Nereye gitmem gerektiğine emin değildim. Ancak o evden mümkün olduğunca uzaklaşmak istiyordum…
3 Ay Sonra
Yaz tatili sona ermişti. Ancak ben hala evime dönmeye korkuyordum. Bütün yazı eski evimizde yalnız başıma geçirmiştim. Hiç dışarı çıkmamıştım. Ancak bu ev okuldan çok uzaktı. Bu yüzden artık geri dönmeliydim. Hem ömrümün sonuna kadar yas tutamazdım değil mi? Bende bütün yaz yüzlerine bile bakmadığım okul kıyafetlerimi eski dolabın içinden çıkartıp biraz silkeledikten sonra ağır ağır giydim. Aşağı inip patenlerimi giydim ve kapıyı açtım. Kapıyı açmamla kapamam bir olmuştu.
“Evden kesinlikle çıkamam.” Dedim kendi kendime. Ne kadar unutmaya çalışmış olsam da 3 ay önce evimdeki o sahne bir anda gözlerimin önüne serilmişti tekrar. Yere oturup dizlerimi kendime çektim ve kollarımla sımsıkı sardım. Eski kapıya yaslanmış elimden geldiğince sessiz bir şekilde ağlıyordum.
Evin bahçesindeki bakımsızlıktan aşırı uzamış çimenlerin üzerine kanlarla yazılmış sadece iki kelime. O iki kelime neden bu kadar önemliydi sanki? Oysa o kadar büyük bir anlamı da yoktu.
“NE BİLİYORSUN?” bunun ne anlama geldiğini kemde bilmiyordum. Ancak çimenle büyük harflerle yazılmış bu iki kelime tüylerimi diken diken ediyordu. Bir süre öylece ağladım. Ne kadar uzun sürdüğünü bilmiyordum. Beklide saatlerce sessizce ağlamıştım. Ama en azından biraz sakinleşebilmiştim. Gözlerimi kurulayıp yavaşça ayağa kalktım. Neden bilmiyorum ama kafamı kaldırıp salona bakmaya korkuyordum. O görüntüyle tekrar karşılaşacağımı düşündüğüm için mi acaba böyle hissediyordum. Ancak başka ne yapabilirdim ki? Dışarı çıkmak kesinlikle bir seçenek değildi. Öyleyse bile ancak son çare olabilirdi. Bu yüzden çaresizce başımı kaldırdım ve salondaki o korkunç görüntüyle karşı karşıya geldim. İçgüdülerimi dinleseydim… eğer dinleseydim. İçimde bu kanın annemle küçük kardeşimin kanı olduğuna dair en ufak bir kuşku yoktu.
“KAÇAMAZSIN!” salonun halısına kanlarla yazılmış bir başka tüyler ürpertici kelime. Doğruca merdivenlere doğru koştum. Duvarlarda hep aynı sözcük yazılıydı. KAÇAMAZSIN, KAÇAMAZSIN, KAÇAMAZSIN…
“Yeter artık!” diye bağırmak istiyordum odamda içeriye girdiğimde. Ancak yatağımın üzerinde yatan annemin cansız bedeni bütün gücümün tükendiğini hissetmeme sebep olmuştu. Ayaklarımda beni taşıyacak güç kalmamıştı. Bağırmak şöyle dursun nefes alacak gücüm bile tükenmişti. Tıpkı o gün ki gibiydi. Yatağımın üzerinde kanlar içinde yatıyordu. O zamanki kadar tazeydi bu görüntü. Aşağı inip hemen evi terk ettim. Burada da artık kalamazdım. Ne içerisi nede dışarısı güvenli değildi. Ancak en azından burada kaçabilirdim. Evin içinde kendimi kapana sıkışmış gibi hissediyordum.
Ne kadar koştuğumu bilmiyordum. Ayaklarımın ağrısını hissedemez olmuştum. Ancak en azından 4 saattir koşuyor olmalıydım. Çünkü okul yolunun üzerindeydim. Büyük ihtimalle şimdi gidersem son derse yetişebilirdim. Normalde olsa asla gitmezdim. Çünkü hem okulu ekmekten zevk alırım hem de geç gittiğimde öğretmenlerin ne kadar kızdığını bilirim. Ancak şu anda kalabalık bir ortamda bulunmanın en iyi seçim olduğuna karar verdim. Bu yüzden kalan son gücümle okula kadar geldim. Son dersin olacağı sınıfa girdiğimde herkesin kafası bana döndü.
“Bak sen uyanamadın mı minik prenses?” diye alay etti öğretmen. Bu alayın arkasından gelen kahkaha… O kahkahayı asla unutamazdım. Evimdeki adamdı. Annemi öldüren adamdı. Küçük kardeşimi öldüren ve eski büyük evimize o yazıları yazan adam. O anda hiçbir şeyin önemi yoktu. Her şeyi unutmuştum. Sınıftaki öğrenciler, bulunduğum yer, yaşadığım korku, yorgunluğum her şey, her şeyi unutmuştum. Çünkü hiçbirinin önemi yoktu. Şu anda önemli olan tek bir şey vardı. Oda intikam!
“Canavar!” diye bağırarak öğretmene doğru koşup üzerine atladım. Elimden geldiğince güçlü vuruyordum. Ancak yerde yatan adamda en ufak bir acı veya korku belirtisi yoktu. Sadece gülüyordu. O pis kahkahasıyla gülüyordu.
“Kes şunu! Kes şunu! Kes şunu!” diye bağırıp duruyordum. Kahkahası beynimde yankılanıyordu. Hiç durmadan, hiç durmadan devam ediyordu. Öğrenciler beni adamın üzerinden kaldırmaya çalışıyorlardı. Ancak hiçbiri umurumda değildi. Gerekirse hepsini öldürebilirdim. Sadece, sadece bu adamdan kurtulmak için… Fakat bütün bu düşünceler bir anda silinip gitti. Bir bıçak kalbimi delip geçmişti. Bıçağı tutan el adama aitti. Muhtemelen cebinde saklıyordu. Kahkahası durmuştu ancak yüzünde hala pis bir gülümseme duruyordu. Ölemezdim! Ölemeyecektim! En azından yalnız başıma ölemeyecektim.
“Benimle birlikte geleceksin! Ailemin intikamını anlamadan ölemem!” dedim. Bunları söylerken bir yandan da kalbime saplanmış duran bıçağı çıkartmaya uğraşıyordum. Son bir haykırışla birlikte bıçağı havaya kaldırdım ve adamın boğazına bastırdım. Oradan çıkartıp bu kez kalbini hedefleyerek tekrar bıçağı kaldırdım. Ancak bıçağı aşağı indirebilecek kadar dayanamamıştım. Ellerimin arasındaki bıçak kayıp adamın göğsüne düştü. Sınıf arkadaşlarımın çığlıkları eşliğinde tıpkı o bıçak gibi bende yere düşüyordum. Ancak düştüğüm yer beyaz mermer olmuştu. Duyduğum kahkahayla kafamı son bir güç bularak kaldırdım. Adam karşımdaydı. Ayakta duruyordu ve boğazını kesmiş olduğum halde hiçbir yara izi yoktu. Bu mümkün olamazdı. Ancak ateş gibi parlayan kırmızı gözleri aksini söylüyordu.
“Ne… nesin… se…” son gücümle kurmaya çabaladığım cümleyi bitirememiştim. Başım bir kez daha soğuk mermerle buluştu. Gözlerim yavaş yavaş görmez oldu. Kulaklarım yavaş yavaş duymaz, ellerim yavaş yavaş üzerinde yattığım kanın ısısını ve altındaki mermerin buz gibi soğuğunu hissetmez oldu. Fakat her şeye rağmen o kahkaha hala kulaklarımda çınlıyordu…
Hana Hioi- Vampir(Soylu)
- Mesaj Sayısı : 85
Kayıt tarihi : 21/03/10
Yaş : 28
Karakter sayfası
Karakter ismi : Hana Kuran
Karakter Statüsü: Soylu vampir
RP Puanı:
(95/100)
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz